Feke’de Yaşanmış Bir Hikaye Mangal Yürek Zekayi

Tarkan, Kara Murat gibi çizgi romanların ve Cüneyt Arkın filmlerinin en revaçta olduğu yıllardı.
Kasabanın tek sinemasına Cüneyt Arkın’ın filmi gelince adeta hayat durur; yaşlısı, genci, kadını, erkeği, kasaba halkının tamamı küçücük sinemaya doluşurdu. Filmlerdeki, hayal gücünü zorlayan sahneler, büyüklerin yüzünde zaman zaman tebessüme sebep olsa da, küçükler için çok inandırıcı gelirdi. Öyle ki, filmden sonra mahallede tüm sahneleri yeniden çevirirlerdi kendi aralarında. O küçücük çocukların kendi kendine oluşturdukları film setinde türlü
trajik ve komik sahneler yaşanması ise kaçınılmaz bir sondu.
Zekayi ile Fahri, Cüneyt Arkın’ın Battal Gazi filminden çıkmışlardı. Merdivenlerden inerken Parçacı Kemal (Köksal) sordular.
-Kemal Amca Cüneyt Arkın kaleden kaleye nasıl uçuyor?
Parçacı Kemal gülümseyerek;
– Sakın siz denemeyin onun yaylı ayakkabıları var, dedi.
Bunu duyan iki emmioğlu son sürat koşarak Demirci Ömer (Arık) dükkanına vardılar. Babalarının çok yakın arkadaşları olan Ömer Emmi nasıl olsa dört tane karyola yayını esirgemezdi. Öyle de oldu zaten. Zekayi ve Fahri, mahalleye gelip ip ve kablo türünden bir şeyler bularak karyola yaylarını ayaklarına bağladılar. İlk denemeler her ne kadar başarısız olsa da, hiç yılmayarak aralıksız en az elli altmış kere denediler ama nafile. Çavuşun Bahçesindeki duvardan, kamelyanın üzerine atlama hayali yavaş yavaş suya düşüyordu.
Bir gün sonra, bir cumartesi sabahı, Zekayi bambaşka hayalerle yeniden mahallenin ortasındaki Yazı diye andıkları düzlüğe geldi. Elinde tahta kılıcı yanında ise köpeği Boncuk vardı. Kendini Cüneyt, köpeğini de kurt sanan arkadaşımız arkadaşlarının gelmesini beklerken bir yandan da kafasından senaryolar yazıyordu.
Çok geçmeden çocuklar birer ikişer gelmeye başladılar. En ateşli Cüneyt hayranı olan Zekayi, tüm çeteyi toparladı. Çeteyi toparlarken hep kendinden küçük veya yaşıtı olan arkadaşlarını seçti. Zira büyük abilerden Refik (Yel), Coşkun (Özyurt), Cahit (Ocak) veya Mehmet (Yasa) haber verirse, baş rolü alamayabilirdi. Hızarcı Hüseyin (Kornaz) yaptırdıkları tahtadan kılıçları tek tek dağıttıktan sonra herkese rollerini anlattı. Kasabada at olmadığı için genellikle mahalledeki Osman Amca’nın(Kaya) uysal mı uysal eşeğini kullanırlardı at olarak. Zekayi ile Süleyman, Osman Amca’nın evine gittiklerinde eşeğin köye gitmiş olduğunu öğrenince bir yandan üzülüyor, bir yandan da çare bulmaya çalışıyorlardı. Zekayi’nin gözü bir anda
“Möööö, möööö…” diye bağıran danaya takıldı. Çakmak çakmak
olmuş kararlı bir bakışla;
– Vallahi çare yok, danaya bineceğim ben, dedi.
Süleyman biraz düşündükten sonra,
– Sen tek başına bin, ben korkarım, dedi.
Zekayi danayı aldığı gibi sete götürdü ve filmi başlattı. Birkaç savaş sahnesinden sonra sıra düşmanı kovalamaya gelince, dut ağacında bağlı olan dananın sırtına bir çırpıda atlayıverdi. İşte ne olduysa o anda oldu. Bizim ağır uslu dana gitmiş, yerine sanki azgın bir boğa gelmişti. Öyle koşuyordu ki dana, mahalle esnafının bile dikkatini çekmişti. Dana, tam Ökkeş Amca (Ağca) ile Nurettin Amca’nın (Özkan) dükkânlarının yanına geldiğinde birden durdu ve Zekayi çuval gibi uçup yerde yuvarlanmaya başladı.
Nurettin Amca koşarak geldiğinde baktı ki, yerde bacakları kanayan, kolu incinen ama ağlamamak için dişini sıkıp direnen dokuz yaşlarındaki çocuğun Zekayi olduğunu gördü.
– Zekayi, aklını peynir ekmekle mi yedin, oğlum, hiç danaya binilir mi, dedi.
Zekayi ise cesur bir savaşçı edasıyla,
– Yok bir şey, Nurettin Amca, Cüneyt Arkın’ın fimini çeviriyorduk, ufak bir kaza oldu. Ben bu yaraların çok daha ağırlarını gördüm. Kafamdaki şu koca yarık Malkoçoğlu’ndan, sırtımdaki yara ise Kara Murat’tan kalma, dedi.
– Bence bu halinizle Kemal Sunal filmi çevirseniz daha iyi olur, derken, bir yandan da kahkahalarla gülüyordu Nurettin Amca.
Zekayi ise ilerki yıllarda hayranı olacağı bir oyuncunun adını ilk defa duyduğu için sordu:
– Nurettin Amca, Kemal Sunal dövüşçü mü?
– Hayır oğlum, güldürükçü!
Kozan Sancak Gazetesi Şeref IŞIK Yazısı